DAHA GÜÇLÜ SALDIRIYORLAR

Türkiye çok yoğun gündemler yaşayan bir ülke. Aynı gün içersinde gündemin 5-6 kez değiştiği başka ülkeye rastlamak neredeyse imkansız. Gündemin bu kadar hızlı değişmesi haliyle olayları takip etmeyi zorlaştırdığı gibi perde arkasını görmemizi de neredeyse imkansız hale getiriyor.

Çok yoğun gündemler eşiğinde girdiğimiz bu iki haftada yaşananlar çok önemli ve Türkiye’nin geleceğini belirleyecek gelişmelerdi.

Ama bütün karmaşık gündem maddelerimiz içersinde gözardı edilen gündemlerden bir tanesi de bugün Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı açıklamalar idi.

Başbakan’ın açıklamaları içersinde özellikle aşağıdaki cümlesi çok önem arz etmekte:

Bir daha 6-7 Ekim gibi olayların tekrar yaşanmasına kesinlikle izin vermeyeceğiz

Bu açıklama neden çok önemli şimdi ona gelelim:
Aylardır süren ve Gezi’den daha büyük olacağı iddia edilen bir SİVİL DARBENİN hazırlığını yapıyor malum kesimler.

10 Ekim Sivil Darbe Girişimi

Darbe Tarihi: 10 EKİM 2015

Sivil Darbenin Merkezi Ankara olacak ama asıl büyük çatışmalar Sur’da ve Cizre’de yaşanacak.

Doğu ve Güneydoğu’da PKK-DHKP-C hepsi bir olup askeri etkisiz hale getirmeye çalışırken Paralelci Kripto Askerlerde içeriden ordumuza saldıracaklar.

Saldırıların şeklini ve şiddetin dozunu çok yüksek tutarak İç Savaş çıkarmayı hedefliyorlar.

Darbe’nin merkezi Ankara’da ise Saray’a ve Başbakanlığa baskın yapmaya çalışacaklar.

Geçen hafta YPG’ye gönüllü savaşçılar olarak katıldıklarını iddia ederek bölgeye gelen yabancı ajan ve askerlerin gönderilme amacı bu darbede rol almak ve en iyi şekilde sonuca ulaştırmak.

1 Kasım seçimlerine günler kala yapacakları bu girişimin son şansları olduğunu çok iyi biliyorlar.Bütün kartlarını açık oynuyorlar. Uluslararası güçlerin destek sözlerini de aldılar.

SAVAŞ HİÇ BU KADAR ALENİ OLMAMIŞTI .

İÇERİDEKİ HAİNLER HİÇ BU KADAR RENKLERİNİ BELLİ ETMEMİŞTİ…

İç Savaş çığırtkanlığı yapanlar 10 Ekim ve sonrasına halkı hazırlıyorlar.

SALDIRI BÜYÜK.

10 EKİM FİTİLİN ATEŞENECEĞİ GÜN.
Suriye meselesi ile Türkiye’yi Dış İşleri yönünden zor duruma sokarken, 10 Ekimde yapacakları İç İsyan ile de İç İşlerini kaosa sokma derdindeler. Seçime günler kala İÇ ve DIŞ Siyaseti YÖNETEMEYEN bir Hükümet algısı oluşturacaklar.

Sivil Darbeyi beceremezler ise bu algı operasyonu ile seçimlere imajı yıpranmış bir AKP’yi sokarak halkın desteğini zayıflatmak amacındalar.

Bütün planlarını yapanlar seçimi kaybetme durumunda olası projelerini de hazırladılar.

Kaybetmeleri durumunda YPG ile Suriye’nin kuzeyinden Türkiye’ye saldırı düzenleyerek işi gerçek bir uluslararası savaşa çekmeyi planlıyorlar. IŞİD’in Suriye’nin kuzeyinde ele geçirdiği bütün bölgeleri YPG’ye peşkeş çekmesinin sebebi bu.

YPG’ye dünyadan IŞİD’e karşı savaş bahanesi ile gönüllü asker toplanmasının sebebi de onlara yapacağımız operasyonlarda dünya kamuoyuna bizi suçlu göstermek.Bir terör örgütüne karşı savaşmak için herşeyini bırakıp Suriye’ye giden uluslararası gönüllü askerlere savaş açan bir Terörist Devlet imajı yaratmak derdindeler.Bunun neticesinde Paralel Medya’nın borazanlığını yaptığı NATO’yu göreve çağırarak Türkiye’ye müdahale ettirebileceklerini düşünüyorlar.

Planlarının hepsini İstihbaratımız biliyor.

Kesin kazanacaklarını düşünüyorlar, maskelerini buna güvenerek indirdiler.

SAFLAR NETLEŞTİ.

Kazandık diye nara atmaya başladıkları anda KAYBETTİKLERİNİ FARKEDECEKLER.

Neden mi?

 Çünkü:

“Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.”

1.Not:                                                                                                                                               PLANLANAN DARBE TARİHİ: 10 EKİM                                                                                    KAFİR RASTGELE TARİH SEÇMEZ ! Alttaki resme dikkat.

10 Ekim Sivil Darbe Girişimi2

En kutsal saydıklarımıza saldırdıkları ve bizim en büyük bela olarak kabul ettiğimiz Kerbela günü saldırıyorlar.

Çünkü NİYETLERİ AYNI. Çünkü SAVAŞLARI HER ZAMAN VE SADECE İSLAMA KARŞI.

2.Not:                                                                                                                                                         Ortodoks Kilisesi Başpsikoposu Suriye’nin bombalanmasına boşuna mı “BU YAPTIĞIMIZ KUTSAL SAVAŞ” dedi?                                                                                       Katolik Lideri Papa Francis aynı hafta boşuna mı Protestan ABD’nin Başkanı ile görüşmeye gitti?

Charlie Hebdo ve Söylenmesi Gerekenler

Charlie Hebdo Saldırısı’nın ardından sürekli kullanılan bir ifade var : “Düşünce Özgürlüğü”.

İstediğiniz kadar entellektüel olun, istediğiniz bütün ünvanlara Prof, Ord. Prof, Dekan gibi ünvanlara sahip olun, bu meseleyi konuşabilmek için iki ifadenin neyini kast ettiğini bilmek ve kabul etmek gerekiyor. Bu iki ifade şunlardır;

Özgürlük

Düşünce Özgürlüğü

Özgürlüğün tarifini yapan Felsefe ve Hukuk Bilimi şu ifadeye yer veriyor; “Özgürlük bir bireyin yapmak istediği, arzuladığı bir eylemi, olguyu veya herhangi bir talebini, başka bireylerin haklarını ve özgürlüklerini çiğnemeden, yapabildiği alandır.”

Düşünce Özgürlüğü ise yine bu kapsamda aynı terminolojide ele alınır ve başkalarının hak ve hürriyetlerine saldırmadan “ifade edilirse” ibaresini içerir.

İnsanların düştüğü yanlış şudur; Düşünce gücünün sınırsız olma alanının düşündüklerini ifade etmek için de geçerli olduğunu zannetmeleridir. Düşünce Özgürlüğü sınırsız bu doğru bunda haklılar ama sınırsız olmayan ve özgür olmadıkları ve olamayacakları alan o düşüncelerin ifade edilmesidir.

Şimdi konumuza dönecek olursak; bir kişi bu “düşünce özgürlüğü” maskesi arkasına sığınarak, benim değer yargılarıma, şahsiyetime, inancıma, sevdiklerime, yakınlarıma, kutsallarıma hakaret ederse hakareti ölçüsünde hakkettiği cezayı görecektir ve bu gayet normaldir.

Charlie Hebdo’nun “Düşünce Özgürlüğü” ve “Sarcasm-İğneleme” adı altında yaptığı yayınlar İNSANLARIN ONURLARINA VE DEĞERLERİNE YAPILAN TERÖRİST SALDIRILARDIR.

Charlie Hebdo yıllardan beridir Müslüman ve Hristiyan aleminin kutsalları ile dalga geçmektedir, alay etmektedir. Charlie Hebdo’nun yaptığı herbir karikatür bizim maneviyatımıza, ruhumuza sıkılan birer kurşundur, mermidir. Her karikatür karşısında sessiz kalmak zorunda kalan milyarlarca müslüman manevi olarak, ruhen yaralandı ve acılar çekti.

Bedene can veren ruh olduğuna göre hangisi daha büyük bir zarar oluşturmaktadır sizce?

Evet doğru bu hafta 12 karikatürist öldü ama bugüne kadar milyarlarca müslüman ruhen öldü, Charlie Hebdo tarafından öldürüldü.

Bu yorumlarımı olayın medya tarafından bize lanse ediliş şekline göre yaptım, olayın gerçek boyutuna girecek olursak öncelikle aşağıdaki videoyu izlemenizi ve işin içinde Fransız Polisinin de olduğunu görmenizi istiyorum.

Charlie Hebdo saldırısında ölen 12 karikatüriste değil, olayı üzerine yıkmak istedikleri 2 kuzey afrika kökenli müslümanın ölümüne üzüldüm. olayın faili olan 2 fransız ise paris sokaklarında ellerini kollarını sallayarak gezmekteler.

Olayı yapan müslüman olsa maske takmaz idi bu bir.

Müslüman adam yola düşürdüğü harita veya not kağıdını dönüp alırken iki adet nüfus cüzdanını yerde bırakmaz/unutmaz bu iki.
Olayın üzerinden bir hafta geçtikten sonra El Kaide olayı üstlendi, bu da işin kimin düzmecesi olduğunu gösteriyor, bu da üç. 

Yıllardır hakaret içeren bir yayın yapan Charlie Hebdo hak ettiğini yaşadı.

Cezayı kesen kişi ise, dergiyi kuran ve karikatürleri çizdiren güçten başkası değil.

Not: Müslüman ve Hristiyanlara özgürce hakaret eden derginin patronu Yahudi karşıtı makale yazdığı için Maurice Sinet’in işine 2008 yılında son vermişti

 

BBC Neye Teşvik Ediyor ?

Düne kendi ülkemizde CNN International dışında BBC gibi, FOX gibi yabancı medya kuruluşlarının isimleri duymazdık.

Çünkü bu kuruluşlar kendilerini gizler yerel medyadaki adamlarına attırırlardı atmak istedikleri manşetlerini.

Ama artık savaş o kadar çetin bir hal aldı ki Yerel Medyanın yeterli olmadığını gören yabancı medya kuruluşları hiç çekinmeden ülkemizin siyasi ve idari ve hatta ahlaki boyutu ile alakalı haber ve yorum yapar oldular.

Buna en güzel örnek Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan’ın ziyareti öncesi Somali’de gerçekleşen saldırıyı Erdoğan’ın ziyareti tehlikeymiş gibi lanse ettikleri haberleri idi. Bu haberi hepimiz gördük, işittik. Bundan aylar önce MİT Tırlarının durdurulması meselesini manşetten geçmeleri, Paralel Medya’ya yapılan operasyonu manşetten geçip Türkiye’de Basın Özgürlüğü Yok diye vermeleri gibi iç ve dış politikamızla alakalı onlarca haberi sayabiliriz.

Bu haberlerin dışında BBC bu hafta paylaştığı ve sosyal medyada yaydığı aşağıdaki haberi ile de gençlerimizin yaşam tarzına ve ahlakına saldırmaya başladı. Bir algı operasyonu ile gençleri böyle bir trendin varlığına inandırıp bunu gençler arasında yayma gayretindeler.

B78NDFGIIAAHFqR.png-large

Bu resme bakınca benim aklıma Efendimiz (sas)’in şu hadisi geliyor:

“Deccalin sağ gözü karanlık(kör) olacak.”

Bu hadisin kelimesi kelimesine alan alimler olduğu gibi mecazi kabul edip; “Deccal manevi dünyaya bakan gözü kapalı olacak sadece dünyevi işlere bakacak” diye yorumlayan alimler de var.

Şimdi siz gençler bunu yapsa ne olur yapmasa ne olur diyecekseniz belki ama bunu sormadan önce şeytanın teferruatta gizli olduğunu hatırlayın ve yine Efendimiz (sas)’in kılık-kıyafetinden sakal ve bıyığının kesim şekline kadar nasıl dikkat edip gayri müslim ve müşriklerden farklı görünmeye çalıştığını hatırlayın.

Noel Baba ve Hristiyanlaştıramadıklarımızdanmısınız misyonu?

KanaltUnknownürk’e çıkıp Noel Baba’nın reklamını yapan Sunay Akın, Noel Baba’yı bir iskandinav masalı gibi lanse edip hristiyanlıktan uzak olduğunu vurgulayarak bugün dahi yılbaşında çocuklara anlatılmalı ve bu kültür yaşatılmalı dedi.
İskandinav masalı olmasını da 1600’lü yıllardan beri kuzey avrupada anlatılagelen bir masal olmasına ve 1800’lü yılların sonuna dayanan bir gazete küpüründeki Noel Baba tasviri ile mesnetlendirmekte ve delillendirmekte.
Ama yazık ki anlaşılan Sunay Akın Noel Baba olarak anılan Aziz Nicolaus- Saint Nikolas veya Santa Claus hakkında pek bir bilgiye sahip değil.

Antalya’nın Demre ilçesinde Psikoposluk görevine 305 yılında gelmiş ve 1. İznik Konsili‘ne katılmış ve orada Arianizm akımına karşı şiddetle Trinita’-Üçleme inancını savunmuş ve Arianizm akımının lideri Ario’nun aforoz edilmesini sağlamıştır. Ario ise Aziz Nicolaus’un tersine Hz. İsa (a.s.)’ın Allah ile kıyaslanamayacağını, aynen insanlar gibi sonradan yaratılmış olduğu fikrini şiddetle savunmuştur.
Ama Ario aforoz edildiği gibi 1. İznik Konsilinde “homooùsion doktrini” kabul edilmiş yani Hz. İsa(a.s.)a Tanrının oğlu ve Tanrı’nın vücut giyerek yeryüzüne inmiş temsilcisi ünvanı verilmiştir.
Aziz Nicolaus bu gayretleri sayesinde aziz ilan edilmiş ve ölümünden sonra da ünü tüm dünyaya kabrini ziyarete gidenlerin yaşadıkları mücizeler ile duyurulmuştur. İtalya’da kendisi adına üç ayrı şehirde kilisler ve bazilikler inşa edildikten sonra 1093 yılında Fransa’nın Lorena Dükalığı’nda yine bu aziz adına bir kilise inşa edilmiş, 1240 yılında yapılan bir haçlı seferinde esir düşen bir şövalyenin bu azize dua ederek 5 aralık gecesi zindanda uyuya kalıp sabahında gözlerini Aziz Nicolaus Kilisesin’de açması ile Aziz’in ünü giderek artmış ve Aziz’e Aralık ayı atfedilmiş, özellikle 5-6 aralık tarihleri.

İlerleyen yıllarda Jean D’arc‘ın da bu Aziz’in kilisesini sık sık ziyaret etmesi ve bu azizin Aralık ayında çocuklara görünüp onlara hediyeler dağıttığı haberleri yayılınca 1622 yılında Lorena’da adına çok büyük bir kilise inşa edilir.
Bu kilisenin inşaa tarihi ve mucizelerin anlatıldığı tarih ile Sunay Akın’ın iskandinav masalının anlatıldığı tarihi nasıl da çakıştı değil mi?

Ben de İznik Konsili’ne katılan 318 psikopos arasında en cevvali olup bugünkü Hristiyanlığın temellerini şekillendirseydim adamlar beni de halen bugün anarlardı.

Aziz Nicolaus’u hrisitiyanlara kabul ettirip, hristiyanlığı bozan masonlar günü geldiğinde adamlarını Noel Baba ismi ile Müslüman ülkelere de sokmasını bildiler.

Bunu nasıl yaptıklarını merak edenler de Papa II. Jean Paul‘ün 2000 yılında yayımladığı “Dominus Jesus” – (Rabbimiz İsa) başlıklı 36 sayfalık Bildirge metninde “Dinler arası diyalog ile İslam ülkelerine kültürümüzün empoze edilmesi” başlığına bakabilirler.

Bakmayacağınızı bildiğim için bir kısmını ben paylaşayım:

Amaçlarından bazıları şöyle:

-Bâzı Hıristiyan örf ve âdetlerinin sinsice kamu hayatına sokulmasına,

-Bâzı Müslüman örf ve âdetlerinin yıpratılmasına,

-Bâzı hakların elde edilmesi için aracılık edilmesine, baskı grubu oluşturulmasına,

-Noel Baba, Saint Valentin, Azîze Teresa gibi tanınmış Hıristiyanların Müslümanların kendi mubârek şahsiyetlerinin yerine zihinlerde paradigmalaştırılmasına,

-Hıristiyan örf ve âdetlerini bilmenin ve bunları savunmanın insanı entelektüel, hoşgörü sâhibi, ayrıcalıklı ve hattâ kahraman kılacağı fikrinin yerleşmesine,

-Kilise’nin gizli ya da âşikâr para desteğine zemin hazırlanmasına ve bunların insânî yardım olarak algılanmasının sağlanmasına,

-Hristiyanlığın i’tibâr ettiği mûcizelerle ve azîz saydığı kişilerle ilgili hikâyelerin Medya’da ve çocuk kitaplarında yaygınlaştırılmasına,

-İslâm inançlarında şüphe uyandıracak yayınlar, münâzaralar yapılmasına,

diye devam etmekte….

Bu maddeleri okuduktan sonra da geçmiş olsun demekten başka birşey kalmıyor vesselam…